top of page

Toplumsal Barış ve Çok Kültürlülük!

Yazarın fotoğrafı: Mehmet KaragülMehmet Karagül

Güncelleme tarihi: 24 Kas 2024

Azgelişmiş ya da gelişmekte olan birçok ülkeyle birlikte ülkemizde de toplumsal farklılıkları ön plana çıkaran; konuşma, makale ve kitap ile televizyon dizileri hatta siyasal tartışmaların yapıldığını görüp, kaygı ile izlemekteyiz. Bütün bunlar gerçekleştirilirken, topluma şöyle bir düşünce açıktan veya örtülü olarak verilmeye çalışılmaktadır. “Farklılık zenginliktir: biz çok kültürlü, kültürel zenginliği olan bir toplumuz”! Zengin ve müreffeh bir toplum olmak istiyorsak, bu kültürel farklılığımızı daha da geliştirmek zorundayız! Bu düşünce, her ne kadar kendi içinde masum gibi görünse de insanların iç âleminde oluşturduğu etkiler itibariyle, muhtemel menfi yansımaları açısından, birçok boyutuyla tartışılması gereken bir yaklaşım olarak değerlendirilmeye muhtaçtır.


Her şeyden evvel belirtilmek gerekir ki söz konusu ifade kendi içinde çelişen ve tutarsız bir söylemdir. Çünkü kültür oluşumu, farklılıklarla değil, müşterek değerlerle gerçekleşmektedir. Bu manada bir toplumun, ortak idealler belirleyip, müşterek tepki verebilme yetisi tamamıyla sahiplenilen ortak değerlerin yoğunluğuna bağlıdır.  Ancak kültürel farklılıkların öne çıktığı toplumlarda ortak ideal ve tepkilerden söz edebilmek mümkün değildir. 

Son yıllarda gerek Ülkemizde gerekse İslam coğrafyasında görülen insanlık açısından trajik hadiselerin yaşanmasında, “Çok kültürlülük ya da farklılık zenginlik” şeklindeki toplumları ayrıştırıcı ve ortaklıkları değersizleştirici yaklaşımların, etkisi yoktur, diyebilmek mümkün değildir! Ancak toplumlar açısından farklılıkları yok saymak da mümkün değildir. Çünkü Hucurat suresi 13’cü ayette “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır...”   Denmektedir. Ancak yine Ali İmran 103’cü ayette: …” Parçalanıp bölünmeyin” … Şeklindeki bir ifade ile de bir ve bütün olmanın gereği üzerinde durulmaktadır.

Öte yandan şunu da açıkça ortaya koymak zorundayız. Milletlerin kendi kimlikleri ile refah içinde varlığını sürdürebilmesi, her şeyden önce güçlü olabilmesine, güçlü olabilmesi de ortak kültürel değerler etrafında ortak tavır üretebilmesine bağlıdır. Dolayısıyla zengin ve güçlü olmak ile ortak kültürel değerlere sahip çıkma arasında iki yönlü kuvvetli bir ilişki olduğunu göz ardı etmek mümkün değildir. Bu çerçevede, ortaklıkların bütünleşmeyi, farklılıkların ise ayrışmayı ve çatışmayı beraberinde getirdiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Dolayısıyla herhangi bir toplumun sürekli farklılıkları konuşarak, birliğini koruyabilmesi ve gelecek adına ortak amaçlar etrafında birleşebilmesi oldukça zordur. Hatta imkânsızdır. Çünkü güçlü olmanın ön şartı olan tek vücut olabilme, farklılıklar üzerine değil, ancak müşterek değerler üzerine inşa edilebilecek bir erdemdir. Farklılıkların zenginlik olarak konuşulduğu bir toplumda, kaçınılmaz olarak her kişi benim neyim faklı diye bir arayışın içine girecek, bu da her geçen gün ortak değerlerin toplumda önemini kaybetmesine ve böylelikle insanların birbirinden uzaklaşmasına neden olacaktır.

Esasen küreselci güçlerin projesi olan ve üzerinde hakimiyet kurmak istedikleri ülkeleri parçalamayı hedefleyen, farklılıkları öne çıkarma çabası, toplumlardaki farklı etnik, din ve mezhep gruplarının özgürlüklerini arttırma söylemiyle(!) insan hakları ve demokratikleşme kavramlarını kullanarak ilgili ülkelerdeki milli birliğin bozularak, ülkenin güç kaybetmesi hatta parçalanması hedeflenmektedir. Böyle bir projenin sonucunda farlılıkları öne çıkararak güç kaybedip parçalanan toplumların söz konusu yeni oluşumdan hiçbir şekilde en ufak bir fayda görmesi mümkün olmadığı gibi, tam aksine emperyalist güçlerin etkinlik alanlarının daha da artmasıma hizmet edilmiş olacaktır.  

Çünkü dikkatlerden kaçmamalıdır ki farklılıklar arttıkça ayrışılmakta ve ayrıştıkça da güç kaybedilmektedir. Oysa küreselleşen dünyada, farklılıklar üzerinde ayrışarak küçülmek yerine, Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi ortaklıklar temelinde bir araya gelerek bütünleşmek, varlığını sürdürebilmenin yegâne yoludur.

Bu çerçevede ülke menfaati için tabii olarak var olan farklılıkları inkâr etmeden, onlara menfi ya da müspet herhangi bir anlam yüklemeden, kendi haline bırakıp, daha geniş kapsamlı ortak değerler ve idealler ile esasen dış kaynaklı gerçek düşmanlara karşı toplumsal birliktelikle güç kazanmak, temel hedef olmalıdır.

Değer ya da değersizlik ise insanların eylemlerinin neticesinde ortaya çıkabilen bir haldir. Dolayısıyla insanların doğuştan sahip olduğu; etnik, dini, mezhep, renk, dil vb. farklı özellikleri herhangi bir zenginlik gibi algılanması doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Gerçek pozitif değer ise ancak insanların insanlar için ürettiği faydalı eylemler için söz konusudur. Bahsedilen eylemler, güvene dayalı karşılıklı etkileşimin alt yapısını oluşturacağından, ortaklıklar da bu tür eylemlerle vücut bulacaktır. Ortak tarih, ortak dil, ortak vatan, ortak kültür ve ortak inanç birliği gibi.

Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde, ülke kalkınması için toplumsal güvenin ve beraberinde milli birliğin oluşumu kapsamında farklılıklardan evvel ortaklıklara öncelik tanıyan, sosyal davranışların ve siyasal politikaların geliştirilmesi gerektiğini ifade etmek zorunluluk arz etmektedir. Çünkü ülkelerinde bütün kesimlerin müştereklerinden oluşan değerler üzerine Milli Birlik politikalarını tesis edebilen toplumların, yüksek bir güven düzeyine ve gelişmişlik seviyesine ulaşmada başarılı oldukları görülmektedir.

 
 
 

Comentarios


Prof. Dr. Mehmet Karagül'ün Resmi Web Sitesidir
Tasarlayan ve Optimize eden  Mehmet KARAGÜL
bottom of page