top of page

Toplumların Tehdit Algısı ve İktisadi Gelişme

  • Yazarın fotoğrafı: Mehmet Karagül
    Mehmet Karagül
  • 21 May 2020
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 20 Eki 2023

Gelişmiş ülke olarak nitelendirilen ülkeler ile Türkiye gibi gelişmekte olan ya da çok daha fakir ülkeler karşılaştırıldığında iki konuda farklılığın dikkat çektiği görülmektedir. Bunların ilki; gelişmiş ülkeler tehdidi dışarıda aramasına karşılık, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin içeride araması ve ikincisi de gelişmiş ülkeler bütün planlarını uzun vadeli yüzyıllık yaparlarken, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kısa vadeli planlarla günü kurtarma peşinde olmalarıdır.


Dünyadaki her varlığın kendi mevcudiyetinin anlamlılığını ortaya koyabilmesi için mutlak surette kendisine uygun bir karşıtını tanımlaması ya da kendine yeni bir alternatif üretmesi adeta zorunluluktur.

Bu çerçevede; yokluk olmadan varlığın, kötülük olmadan iyiliğin, az olmadan çoğun, başarısızlık olmadan başarının, düşman olmadan dostun ve cehennem olmadan da cennetin anlamlı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Bu nedenle, bu âlemdeki her varlık gibi devlet ve sistemler de kendi varoluşunu anlamlı kılabilmek için kendilerine uygun bir alternatif, tehdit veya düşman tanımlayarak, onunla verdiği ve vereceği mücadeleyi mevcudiyetlerinin teminatı olarak görmektedirler.

Bu gün az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hepsinde yaşanan iç çekişme ve savaşlara karşılık, gelişmiş ülkelerin herhangi bir iç çatışma yaşamak bir tarafa çoğunun dışarıdan tanımladıkları düşmanla değişik tonlarda mücadele ettiklerini görmekteyiz. Söz konusu ülkelerin alternatiflerini tanımlamalarında; gelişmiş ülkelerin dışarıdan, azgelişmiş ülkelerde ise içeriden tercihte bulunmalarını tesadüf olarak görmek büyük bir eksiklik olacaktır.

Bu tespitimize geçmiş ve bugüne dair kendi tarihimizden ve dışarıdan birçok örnek vermek mümkündür. 1243'teki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden çok sayıdaki beylik, Anadolu’da tekrar Türk İslam birliğini tesis edebilmek için tehdidi içeriden veya kendinden seçmek suretiyle yıllarca kardeşkanı dökmüşler ve hiç birisi güzel ve kutlu da olsa hedefine ulaşamadan tarihin sayfalarında kalıcı bir iz bırakmadan kaybolup gitmişlerdir.


Ancak içlerinden en zayıfı ve fazlaca dikkate alınmayan Osmanlı Beyliği, arkaya bakma ihtiyacı hissetmeden, ileriye ve dışarıya bakarak, hem hedefi büyük tutmuş hem de tehdidi dışarıdan ve Rumeli’den tanımlamak suretiyle, gerek kendi Beyliğindeki, gerekse diğer beyliklerdeki insanlar için anlaşılabilir ve makul bir hedef tespit edilmiş oluyordu.

Alternatifini içeriden tanımlayanlar bir bir yok olurken, dışarıdan tanımlayan Osmanlı Beyliği’nin, Anadolu’nun yanında üç kıtanın da hâkimiyetini ele geçirerek Cihanşümul “küresel” bir devlete dönüştüğünü görmekteyiz.

Benzer şekilde bugün sanayileşmiş ülkeler olarak tanımladığımız hemen hemen bütün devletlerin tarihte ve bugün dışarıdan sömürgeler edinmek suretiyle, hem ekonomik kazanç elde ettiklerine ve hem de içeride olabilecek çatışmalara fırsat vermemek için “topluma düşmanınız dışarıda” algısı verdiklerine şahit olmaktayız. Bu gün ABD’nin Irak ve Suriye çöllerinde ve Afganistan dağlarındaki savaşını bu çerçevede de ele almakta yarar var.

Netice itibariyle özellikle son iki yüz yıldan bu güne, her bir iktidar döneminde yeniden tanımalanan ve sürekli faklılaşan iç tehdit algısının, Milletimizi içe dönük çatışmalara sürüklediğini ve bu kısır faaliyetlerin hiçbir kesim için fayda getirmediğini açıkca görmekteyiz. Aksine her alanda Milletin sahip olduğu kısıtlı imkânlar, dışarıyla mücadele yerine, içeriyle mücadeleye harcanmak suretiyle çok büyük kayıplar ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Ülkemiz adına siyasilerin yâda akademisyenlerin ürettiği politikaları, bu değerlendirmeler ışığında ele almakta yarar olduğu kanaatindeyiz.

Gelişmiş ülkeleri azgelişmiş ülkelerden ayıran bir diğer önemli husus ise oluşturulan politikaların vadesinde göze çarpmaktadır. Bu çerçevede, gelişmiş ülkeler yarın için bugünü gözden çıkarırken, bizim gibi azgelişmiş ülkeler ise bugün için yarını feda etmektedirler.

Bu nedenle gelişmiş ülkeler, azgelişmiş ülkelere daha ziyade siyasi iktidarların iş başında kalmalarını garanti eden kısa vadeli üç beş yıllık destekler vererek, elli yıllık, yüz yıllık çıkarlarını garanti altına alabilmektedirler. Çoğunlukla Orta Doğu ve diğer Müslüman ülkelerde görülen dış destekle gerçekleşen iktidar süreçlerinde ise destek verenlerin çıkarlarını koruyacak türden hep iç çatışmalara dönük politikaların yaygın bir şekilde uygulandığını görmezlikten gelmek mümkün değildir.

Ayrıca söz konusu ülkeler, düşük faizli hatta faizsiz kredilerle ve de sıcak parayla, azgelişmiş ülkelerden siyasi ve iktisadi alanda uzun vadeli tavizler koparabilmektedir. Azgelişmiş ülkelerin gelirlerinden daha fazla tüketim yapabilmek için dışarıdan borç almaları da bu manada değerlendirilebilecek bir olgudur. Çünkü böylesi bir tutum; bugünkü refah artışı için henüz gerçekleşmemiş, muhtemel olan geleceğin gelirini bugünden fazlasıyla (faiziyle) tüketmek anlamına gelmektedir.

Diğer bir ifade ile kazanılmayan paralarla üretilmeyen malları tüketmek, bir toplum için hiçbir şekilde makul görülebilecek bir davranış olmasa gerek.

Görüldüğü üzere; kalkınma, tesadüfî bir olgu değil, içeride sağlanan bütünleşmenin oluşturduğu sinercinin ve fedakârlık gerektiren üretimin doğurduğu güç ile harici tehditlerle karşı verilecek başarılı bir mücadeleyle ulaşılabilecek bir süreçtir.

Commentaires


Prof. Dr. Mehmet Karagül'ün Resmi Web Sitesidir
Planlayan: Mehmet Karagül
Optimize eden:  Yusuf Karagül
bottom of page