top of page

Toplumun Din Anlayışı ve İktisadi Gelişme

  • Yazarın fotoğrafı: Mehmet Karagül
    Mehmet Karagül
  • 20 May 2020
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 Eki 2023

Yaşamanın/var olmanın gayesi, kendi orijinalliği içinde hayatın devamlılığını sürdürebilmekten ibarettir. İktisadın bu çerçevede, çok büyük bir rol üstelendiğinden ve dolayısıyla önemli bir uğraşı alanı olarak karşımıza çıktığından en ufak bir endişe yoktur. Oysa son dönemde; para, banka, borsa, döviz, kur, faiz, yabancı sermaye ve enflasyon gibi çok daha sığ kavramlara hapsedilen iktisat; esasen insana ait her ne varsa içine alan, değerler bütününden müteşekkil, dolayısıyla disiplinler arası yönü oldukça fazla olan çok boyutlu bir çalışma alanıdır.


Dolayısıyla, bütün az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde olduğu üzere, Ülkemizde de İktisadi alandaki yetersizlikler üzerinde yapılan çalışmalarda, yukarıda bahsedilen, bir manada yetersizliklerin sonucu ve kendisi olan sığ kavramlardan sıyrılıp, meselenin özüne inilememektedir.


Esasen; üretim, tüketim ve paylaşımdan oluşan iktisadın asıl konusu, söz konusu bu üç faaliyeti hakkıyla yerine getiren ya da bu konuda yetersiz kalan insandır. Üretim, tüketim ve paylaşım gerçekte insana ait bir davranış biçiminden öte bir şey değildir. O takdirde insan davranışlarını nelerin etkilediğini çok daha detaylıca ele alma mecburiyeti ortaya çıkmaktadır.


Aksi takdirde bugünkü geçerli olan kapitalist iktisadi teorideki, üretici firmanın tek hedefi kar maksimizasyonu ve tüketici bireyin gayesi ise fayda maksimizasyonu diyerek, insanın iktisadi faaliyetlerini yeterince açıklayabilmek mümkün değildir. Oysa her birimiz biliriz ve görürüz ki hatta kendimize ait, birçok iktisadi eylemimizi, bütünüyle yukarı ki kar ve fayda saikleriyle açıklayabilmek mümkün olmamaktadır.


Çünkü özelde her bireyin ve genelde ise toplumun, kendisine ait bir değerler sistemi bulunmakta ve gerek iktisadi ve gerekse diğer türlü davranışların birçoğu bu değerlere göre şekil almaktadır. Bu bağlamda yine kabul etmeliyiz ki toplumların sahip olduğu değerler sistemini şekillendiren ve besleyen en önemli faktör DİN gerçeğidir.


Dolayısıyla toplumların din ile olan ilişkisi, değerler sistemi üzerinden davranışlarına şekil verirken, bu da insanın ve toplumun, kendisine ve eşyaya bakışını tanzim etmektedir. Bu noktada şu gerçeği de vurgulamakta yarar vardır. Toplumların sahiplendiği din her ne olursa olsun; Kuran gibi değişmemiş bir kitabı olan İslam dahi olsa, ortaya konan kurallar, üzerinde aynı dine inanalar arasında dahi bir birlikteliği sağlayabilmek mümkün olmamaktadır.


Dolayısıyla ülkedeki iktisadi zenginlik; özellikle insanın, kendisiyle ve dünyayla/eşyayla olan ilişkisi açısından, toplumun din ile olan ilişkisi ve onu yorumlama şeklinin, son derece belirleyici rol üstlendiğini ve dolayısıyla önem kazandığını göz ardı edebilmek mümkün değildir. Bu noktada, özellikle Türk Milleti’nin ve Avrupa toplumlarının iktisadi alandaki başarı ve başarısızlıkları ile sahip oldukları dini inançlardaki değişime baktığımızda çarpıcı tespitlere ulaşmak mümkün.


Bugünkü nesil olarak kurduğumuz devletler ve oluşturduğumuz medeniyetlerle övünürken; İbni Rüşd, Ali Kuşçu, Beyruni, Ebu’l Vefa, Farabi, İbni Sina ve Uluğ Bey gibi tarihinde çok sayıda bilim insanına sahip olmanın gururunu yaşamaktayız. Öte yandan, üç kıtaya adaletle hükmeden, hatta zenginleşmiş bugünkü Avrupa’ya ışık tutan bir medeniyet ve o medeniyeti besleyen dini inanç sisteminin/anlayışının, hiç kuşkusuz Türk Milleti’nin bu gün sahip olduğu daha ziyade kaderci ve dünyadan arındırılmış esaslara dayalı dini inançlarla, aynı olduğunu ifade edebilmek mümkün değildir.


Özellikle 1517 yılında Mısır’ın fethi ile Halifeliğin Osmanlı Devleti’ne geçmesi, Milletimiz adına bir anlamda sonun başlangıcı olmuştur. Çünkü bu fetih sonucunda, kutsal emanetlerle beraber çok sayıdaki âlim İstanbul’u bir dünya kültür ve bilim merkezi yapmak gibi çok güzel bir düşünce ile Kahire’den İstanbul’a getirilmiştir. Kahire’den İstanbul’a getirilen ve Maturidi esaslarına göre bir derece daha fazla kaderciliği ön plan çıkaran Eşari mezhebine tabi olan bu âlimler, Sarayın gözünde kendi âlimlerine kıyasla daha fazla itibar görür hale gelmişler ve neticede fetvalar üzerinde önemli bir etkinlik kazanmışlardır.


Bütün bunların sonucunda ise Kahire’yi fetheden muzaffer düşünce sisteminin, bu olayın ardından fethettiği ve mağlup olan düşünce sitemine kendisini teslim etmek gibi son derece büyük bir tenakuz ortaya çıkmıştır. Bu menfi dönüşümün yansıması olarak, medreselerden fen bilimlerinin çıkarılması ve rasathanelerin kapatılmasına varan birçok gelişmenin, Osmanlı Devleti’nin çöküşünün temellini teşkil ettiğini ifade etmek durumundayız. Çünkü her eylem mutlaka bir fikre dayanır, o da kaçınılmaz olarak, yeterli ya da yetersiz bir düşünce sisteminin ürünüdür.


Türkler, akılcılıktan kaderciliğe ve mistisizme kayarken; Avrupalılar ise tam tersi Kilise merkezli ve papaların hiç yanılmayacağı esasına dayalı bağnaz Katolik inanç sisteminden, akılcılığı ön plana çıkaran ve Kilise’nin yorumlarını güncel hayatın dışında tutan, rasyonel bir inanç sistemi olan Protestanlığa geçiş yapmıştır. Avrupa’da coğrafi keşiflerin ve pozitif bilimlerin gelişimine zemin hazırlayan bu değişim süreci, bugünkü Avrupa’nın temeli olmuştur.


Görüldüğü üzere; Türkler akılcı bir dini düşünce sisteminden kaderci ve mistik bir anlayışa kayarken, Avrupalılar bağnaz bir din anlayışından sıyrılarak, diğer bir ifade ile tutucu dini anlayışı dünya işlerinin dışına iterek, toplumsal hayatta akılcılığı hâkim kılmak suretiyle; ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer pozitif bilimlerde çok ciddi başarılara imza atmışlardır.

Hiç kuşkusuz, sosyal bilimlerde yaşanan olayları tek değişkene bağlamak mümkün olmadığı gibi, bazı faktörlerin etkilerinin çok daha belirgin olduğunu da inkar etmek mümkün değildir.


Netice itibariyle, ülkedeki iktisadi ve sosyal sorunların üstesinden gelebilmede, yasalarla yapılan ve daha ziyade günlük tedbirleri içeren düzenlemelerle birlikte, aynı zamanda kalıcı etkileri uzun vadede görülebilecek toplumun değer yargılarının tanzim edilmesi zarureti göz ardı edilmemelidir. Bu çerçevede en önemli faaliyetin, yüzlerce ayete aklı kullanmayı emreden Kuran’a uygun bir şekilde değerler sistemimizi yeniden inşa etmek gerektiği kanaatindeyiz.

……

İbret olmaz bize her gün okuruz ezber de

Yoksa hiç mana aranmaz mı bu ayetler de

Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kuran’ın

Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın

Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına

İnmemiştir hele Kuran şunu hakkıyla bilin

Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.

Mehmet Akif ERSOY

Comments


Prof. Dr. Mehmet Karagül'ün Resmi Web Sitesidir
Planlayan: Mehmet Karagül
Optimize eden:  Yusuf Karagül
bottom of page