Tehdit Gerçeğini Doğru Seçebilmek...
- Mehmet Karagül
- 17 May 2020
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Eki 2023
Bir ülkedeki milli birliğin tesisi sürecinde çok önemli bir role sahip olmasına rağmen, Ülkemizde yeterince üzerinde durulmayan önemli bir konu, toplumun sahiplendiği veya topluma yansıtılan ve sunulan tehdidin ne ve nereden geldiğine yönelik algılama şeklidir. İlginçtir ama her varlık, bir tabiat kanunu olarak kendi varlığına anlam kazandırabilmek için mutlaka bir karşıt tanımlamak zorundadır.

Bu manada; “yok” olmadan “varı”, “az” olmadan “çoğu”, “çirkin” olmadan “güzeli” tanımlayamayacağımız gibi, “kötü” olmadan da “iyiye” anlam verebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla her var olan kişilik, kendi mevcudiyetini gerekli ve anlamlı kılabilmek için negatif (!) değere sahip olan karşıtını tanımlayarak, onunla verdiği ve vereceği mücadeleyi, kendi var oluşunun haklı nedeni olduğunu göstermeye çabalar.
Dolayısıyla her devlet, sistem ve toplum; düşmanı yoksa dahi üreterek, kendi varlığına anlam kazandırmak zorundadır. Aksi takdirde kendi mevcudiyetinin ve yaptıklarının hiçbir değeri olmayacaktır. Bu bağlamda, bilerek ya da bilmeyerek her sistem ve devlet kendi karşıtını bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu noktada, karşıtını ülke dışında tanımlayabilen toplumlar, iç barışı daha kolay tesis ederek, toplumsal güven düzeyinin gelişmesine katkı yaparlarken, muhalifini içeriden tanımlayan toplumlar ise sonu gelmeyen bir iç çatışmaya girerek, toplumsal güvenin büyük ölçüde kaybolmasına zemin hazırlamış olmaktadırlar.
Güvene dayalı sosyal ilişkilerin yoğun olduğu gelişmiş ülkelerde, bütün toplum kesimleri ve kurumların, hep birlikte ülke içinde güç birliği yaparak, dışarıya karşı ülke çıkarlarını koruma ve toplumun menfaatlerini çoğaltma konusunda ortak çaba sarf ettikleri görülmektedir.
Buna karşılık, yeterli güven düzeyine/sosyal sermayeye sahip olmayan ülkelerde ise içeride birbirine güvenmeyen etnik, dini ve mezhep farklılığına dayalı muhalif kesimlerin, birbirlerine karşı iktidarı elde edebilmek için içerideki alternatifini yok etme mücadelesi vermeleri oldukça yaygın bir haldir. Hatta bu çatışmalarda her bir kesimin, kendi iktidarı için içeriden tanımladığı karşıtını ortadan kaldırabilmek pahasına, yayılmacı güçlerle işbirliği yapmaktan da geri durmadıkları görülmektedir.
1243'teki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu Devleti’nin Türkmenler üzerindeki denetiminin zayıflamasıyla bağımsızlığını ilan eden beylikler, ilerleyen yıllarda Anadolu’nun tek hâkimi olabilmek için uzun yıllar bir birleri ile savaşarak kardeşkanı dökmüşler ve nihayetinde hiç birisi hedefine ulaşmadan yok olup gitmişlerdir.
Ancak içlerinden sadece bir tanesi, arkaya bakma ihtiyacı hissetmeden, ileriye ve dışarıya bakarak, hedefi hem büyük tutmuş hem de alternatifini dışarıdan Rumeli’den tanımlamıştır. Alternatifini içeriden tanımlayan beylikler, bir bir yok olurken, dışarıdan tanımlayan Osmanlı Beyliği’nin, Anadolu’nun değil, üç kıtanın hâkimiyetini ele geçirerek, Cihanşümul “küresel” bir devlete dönüştüğünü görmekteyiz.
Benzer şekilde tarihte ve bugün, gelişmiş devletlerin her birisinin dışarıda bir tehdit tanımlayarak, sömürgeci politikalarla hem dışarıdan kaynak temin ettiğini, hem de iç barışa katkı sağladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna karşılık, azgelişmiş ülkelerin istisnasız hepsinde, değişik dozajlarda iç çatışmanın eksik olmadığı da bilinmektedir. Netice itibariyle; toplumlar, gruplar ve sistemler alternatiflerini oluştururken, dışarıdan tanımlamaya özen göstermeleri zorunlu bir tutum şeklidir.
Çünkü tarihte ve bugün iç çatışma yaşayan hiçbir ülkenin, bölge ve dünya ölçeğinde etkili olabildiğini söylemek mümkün olmadığı gibi, sürekli çekişmeler yaşadığı halde, bölgesinde ve dünyada etkin olabilen bir tane devlet gösterebilmek de olası değildir. Dolayısıyla ülkedeki her kesimin ve bireyler olarak herkesin olaylara bu minvalden yaklaşmasında zaruret bulunmaktadır.
Bu çerçevede diğer birçok İslam ülkesinde görüldüğü gibi Ülkemizde de sürekli yaşanan ve her dönemde; siyasi, dini, mezhep veya etnik temele dayalı yeniden tanımlanan iç tehdit olgusunun, ülkenin enerjisini heba ettiğinden hiçbir şüphe yoktur. Hatta bu dönemlerde toplumdan dışlanan çok sayıdaki eğitimli kişinin, yurt dışına çıkmak zorunda kalmasını, ülkenin çok zor şartlarda oluşturduğu beşeri sermayeyi diğer rakip ülkelere bedavadan kullandırması olarak da değerlendirmek mümkündür.
Comments