Merkez Bankası, Üretim, Enflasyon ve İşsizlik
- Mehmet Karagül
- 20 May 2020
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 27 Eki 2023
Şüphesiz merkez banklarının bütün ülkelerde ekonominin en önemli aktüellerinden biri, hatta ilki olduğu muhakkaktır. Çünkü ekonominin vazgeçilmez ve en etkin aracı olan para, tamamen merkez bankalarının kontrolündedir.

Dolayısıyla Friedman’ın ileri sürdüğü şekliyle para politikalarındaki yanlışlık, ekonomideki her türlü iktisadi problem ve başarısızlıkta tek etken olmasa da söz konusu para politikalarının rolünün, diğer birçok faktörden daha az etkin olmadığını da kabul etmek durumundayız.
Bu nedenle Merkez Bankası’nın amacı ve bu hedef doğrultusundaki başarısı ve başarısızlığı, her türlü iktisadi konuda büyük ölçüde belirleyici mahiyettedir. Bundan dolayı kanunla Merkez Bankası’na yüklenen; “Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır.” Şeklindeki görev tanımının yeniden düşünülmesi ve tartışılmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz.
Çünkü yine Kanun, “Banka, fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla, Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler” şeklinde bir ifade ile Banka’nın görevinin sınırlarını belirlemektedir. Gerek Banka’nın tanımlanan hedefi, gerekse bunun sınırları dikkate alındığında açıkça görülmektedir ki Banka için olmazsa olmaz olan fiyat istikrarıdır.
Büyüme ve istihdam gibi diğer asli iktisadi meseleler dahi, Banka için fiyat istikrarından sonra gelen tali konular niteliğindedir. Binaenaleyh, bir ekonomi için fiyat istikrarı her ne kadar gerekli olsa da eğer bu istikrarın maliyeti ülkede işsizlik ve üretimde daralma olarak ortaya çıkıyorsa, bu konunun yeniden ele alınması kaçınılmaz hale gelmiş demektir.
Bu bağlamda iki kötüden birinin tercih edilmesi zarureti hâsıl olmuşsa işsizlik ve üretim daralmasına karşı, belli orandaki enflasyonu ehveni şer (kötünün iyisi, az kötü) olarak tercih etmek çok daha makul olacaktır. Çünkü enflasyon, her ne kadar ülkedeki ekonomik istikrarın ve vatandaşın alım gücünün korunmasında önemli rol üstlense de beraberinde ortaya çıkan işsizlik ve buna bağlı üretimdeki düşüş, milli gelirdeki azalış, ihracatın nispeten gerileyip ithalatın ve buna endeksli dış açığın hızla artması, göz ardı edilebilecek alternatif maliyetler olmasa gerek.
Öte yandan daralan üretimin, arz enflasyonu şeklinde yeni bir enflasyon kaynağı olacağını da unutmamak gerekmektedir. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu ve dalgalı kur rejiminin uygulandığı bir ekonomide Merkez Bankası’nın fiyat istikrarı için kullanabileceği tek araç faizlerdir. Bu çerçevede arttırılan ve dış ticaret ortağımız olan öteki ülkelere kıyasla bir hayli yüksek tutulan faizlerin de yine bir başka boyuttan maliyet enflasyona neden olabileceği göz ardı edilemez.
Diğer gelişmiş ülkelerde reel olarak yaklaşık “0”düzeyinde bir faiz uygulanırken, ülkemizde sürdürülen yüksek faiz politikasının, reel yatırımcı ve üreticiler için hem ciddi bir maliyet unsuru, hem de haksız rekabete yol açan bir uygulama olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.
Konunun bir diğer çelişkili tarafı ise yüksek faizle daraltılmak istenen içerideki para arzının, yabancı sermaye olarak gelen hatta teşvik edilen yabancı paralarla telafi edilmiş olmasıdır. Dolayısıyla bu yöntemle iddia edildiği şekliyle toplam para arzının daraltılması söz konusu olmazken, sadece toplam para arzı içindeki milli paranın miktarı nispi olarak düşürülmüş olmaktadır.
Görüldüğü şekliyle, Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını tek hedef edinmesi ve bunun için faiz aracını kullanmak zorunda olması, hem ekonomide reel sektörün sıkışıp istihdamın ve üretimin daralmasına sebebiyet oluştururken, hem de uygulanan yüksek faiz politikası ile hedeflenen fiyat istikrarını tutturabilmek mümkün olmamaktadır.
Bundan dolayı Merkez Bankası’nın temel hedefinin; fiyat istikrarı yerine, gerekiyorsa ılımlı bir enflasyonu göze almak suretiyle, sosyal boyutu sağlam, üretime dayalı süründürülebilir kalkınmaya dayalı büyüme olması meselesinin, siyasi ve iktisadi çevrelerde tartışılmasının yararlı olacağından endişe edilmemelidir.
Comments