İktisadi ve Sosyal Kalkınmada: Sosyal Sermaye
- Mehmet Karagül
- 20 May 2020
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 May 2020
Sosyal sermaye; bir ülkedeki gerek millet, gerekse yönetenle yönetilenler arasındaki güvene dayalı ilişkiler düzeyi olarak tarif edilmektedir. Diğer bir ifade ile fertler kendi aralarında birbirlerine güveniyor ve ayrıca idare edenlerle edilenler arasında herhangi bir güven zafiyeti bulunmuyorsa o toplumda sosyal sermaye birikimi yüksek demektir. Bu konuda yapılan Dünya Değerler Anketi sonuçlarına bakarak ülkelerin sahip oldukları sosyal sermaye düzeyleri hakkında önemli ölçüde fikir sahibi olmak mümkündür.

Yapılan anket çalışmalarınından anlaşıldığı üzere güven düzeyinin yüksek olduğu ülkelerin hemen hepsi ekonomik ve sosyal alanlarda da belli bir seviyeyi yakalayabilmişken, güven düzeyinin zayıf olduğu ülkelerin ise ilgili alanlarda başarısız olduğu gözden kaçmamaktadır.
Sosyal sermayenin yetersiz olduğu toplumlarda, adam kayırmacılık, hortumculuk, rüşvet, israf, kaynakların yanlış kullanılması gibi çok değişik yolsuzluk türlerine sıkça rastlanmaktadır. Maalesef bu sayılan sosyal hastalıkların hepsi de toplumumuzda fazlasıyla görülmektedir.
Türkiye’nin kronikleşen temel ekonomik meselelerini, dış borç, iç borç, işsizlik, gelir dağılımı bozukluğu, üretim yetersizliği, yolsuzluklar ve ülke kaynaklarının israf edilmesi şeklinde sırlamak mümkün. Söz konusu sorunların çözümü için yıllardır, IMF ve Dünya Bankası patentli sayısız istikrar programı uygulanmaktadır. Ancak gelinen noktada Türk insanı açısından henüz tünelin ucunda ışık görünmemiştir. Çünkü hastalığa dair doğru bir teşhis olmayınca, tedavi de yanlış olmaktadır.
Ülkemiz ekonomik mesellerinde hep mali sermaye yetersizliği konusu üzerinde durulmakta ve söz konusu eksikliği giderebilmek için ise kemer sıkma ve dış borç temin etme şeklinde politikalar uygulanmaktadır. Ancak, mevcut fiziki sermaye yetersizliğine kaynaklık eden yanlış uygulamaların nedeni olan sosyal sermaye, yani toplumsal güven eksikliği göz ardı edilmektedir. Hatta fert ve yöneticiler olarak güven arttırıcı davranışlar konusunda gerekli hassasiyetin gösterildiği söylenemez.
Bu bağlamda, toplumda, alt kimlik misali farklılıkları öne çıkarmayı bir hak ve demokrasi gereği gibi sunmanın kimseye fayda getirmeyeceği, aksine ortak değerler etrafında toparlanabilmenin bütün toplum kesimlerine daha fazla menfaat sağlayacağı bilincinde olunması gerekmektedir. Çünkü toplumu siyasal ve kültürel olarak ayrıştırabilecek nevideki farklılıklar toplumsal güveni zaafa uğratarak, sosyal sermaye açığına sebep olmaktadır. Ancak öte yandan kişisel hayat tarzına ilişkin farklılıklara fert ve idareciler olarak çok daha toleranslı davranılması gerekmektedir.
Kabul edilmeli ki bir ülkede sosyal sermayenin gelişimi için eğitim, sağlık, kültür, adalet ve gelir dağılımı konularındaki sosyal ve ekonomik sorunlar bir an önce çözülmek zorundadır. Çünkü toplumu bir bünye olarak kabul edersek, hasta bir vücuttan başarı beklemek akılcı bir davranış olmayacaktır. Dolayısıyla, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için öncelikle toplumsal güveni arttırıcı sosyal meseleler halledilmelidir.
Ancak söz konusu meselelerin çözümü için öncelikle, böyle bir problemin ve eksikliğin varlığını kabul etmek zorundayız. Bu güne kadar insanlarımızı sadece maddi değerleri dikkate alarak yetiştirdiğimizden, insani ve sosyal değerlerdeki eksikliklerimizin ekonomik ve sosyal alanlardaki problemlere neden olabileceği aklımıza bile gelmiyor, getirilmiyor. Lakin bilelim ki iktisat, eğitim, sağlık ve adli konulardaki başarısızların asıl sebebi uzlaşan değil, çatışan bir toplum yapısına sahip olmamıza bağlıdır.
留言