top of page

Beden ve Ruhun Beslenmesi

  • Yazarın fotoğrafı: Mehmet Karagül
    Mehmet Karagül
  • 18 Eki 2023
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 24 Kas 2024

Yaratılmış olan bu âlem ve onda her ne varsa mutlak surette belli bir ölçü ve dengeye sahiptirler. Söz konusu dengenin en ufak bir sapma göstermesi; doğa olayları açısından afet, insan üzerinde hastalıklar, sosyal alanda ise çatışmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla var olan her şey hayatı süresince tabii halini korumak istemektedir.

Yukarıda bahsedildiği üzere ruh ve beden bu dünya insanının iki ayrı yönünü teşkil etmektedir. Her ikisi bir bütünün vazgeçilmez unsurları olmakla birlikte, her birinin oluşan bütündeki rolü birbirinden farklıdır. Bu nedenle, ruh ve beden oluşumuna katkı yaptıkları bu dünya insanın tabi halini koruyup sürdürebilmesi için bütünde rol alan parçaların; ruh ve bedenin öncelikle kendi fıtratlarını muhafaza etmeleri zarureti kaçınılmazdır.

Var olan ve hayat süren her varlık, mutlak surette bir dizi gereksinimlere muhtaçtır. Çünkü var olabilmek diğer bir ifade ile hayatta kalmak, diğer hayat sürenlere karşı kendini koruyabilmenle eş anlamlıdır. Bu ise güçlü olmakla mümkündür. Güçlü olmak da sürekli dış destek almakla gerçekleşebilecek bir haldir.  Dolayısıyla insanın madde boyutu olan beden ve mana yönü olan ruh, hayatlarının devamlılığı için kendi varlık hallerine uygun gereksinimleri bulunmaktadır.

Bu dünya insanının maddi yönü olan bedenin ihtiyaçları, doğal olarak kendi varlık kaynağına dayalı madde temelli iken, ruhun ihtiyaçları da yine kendi varlık özüne uygun olacak şekilde mana içeriklidir. Bu nedenle her ikisinin ihtiyaçlarının nitelik ve nicelik olarak meşru yollarla kâfi ölçülerde karşılanması hayatın sağlıklı ve amacına uygun devamlılığı açısından vazgeçilemez faaliyetlerdendir. Bu çerçevede insanın temel ihtiyaçları olarak kabul edilen; yeme, içme ve barınma ihtiyacının, doğrudan bedenin canlılığını sürdürebilmesi için zaruri olan asli gereksinimler olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır. Bu tür gereksinimlerin karşılanması, tabii olarak maddi içerikli ve fizik temellidir.

Bedenin zaruri ihtiyaçlarının karşılanması, her ne ölçüde zorunlu olsa da söz konusu ihtiyaç gidermenin, kaçınılmaz sınırlamalarının olduğunu da gözden ırak tutmamak gerekir. Mesela vücudumuza ihtiyacından fazla besin depolaması yaptığımız vakit, nasıl ki fiziksel ve fizyolojik anlamda bir dizi rahatsızlıkların ve hastalıkların zuhur etmesine neden oluyorsak, çoğumuzun aklına bile gelmeyen, bedensel hatalıklarımızdan çok daha önemeli olan, ruh ve beden dengesinin bozulmasına da sebebiyet verdiğimizi dikkate almak durumundayız.

Ruh ve beden beraberliğinin, mutlak bir dengenin tezahürü olduğu gerçeğinden yola çıktığımızda, her birisinin diğerine üstünlük kurmasına ya da mevcut fıtrattan gelen dengenin bozulmasına yol açabilecek her türlü hayat tarzı, tabii insan yapısının bozulmasına neden olabilecektir. Bu çerçevede, kişinin hayat şeklini, sürekli bedenin ihtiyaçlarını karşılamaktan öte, ihtiraslarını tatmin yönünde kurgulanması, bedenin ruhu baskılamasına neden olabileceği dikkatlerden kaçmamalıdır.

Yukarıda da bahsedildiği şekliyle hepimiz biliyor ve kabul ediyoruz ki insan bu dünya ya ait ve fani olan bir beden ile bu dünyanın öncesinden sonsuzluğa yolculuğa çıkan (çıkarılan) ruhun bileşiminden oluşmaktadır. Öyle bir harcama şekli düşünelim ki bütün gelir, bugünden yarına ulaşması mümkün olmayan tüketim mallarına yatırılıyor. Ya da gelirin belli bir kısmı tüketime ayrılırken, önemli bir bölümü geleceğe dönük üretim için yatırıma harcanıyor. Takdir edersiniz ki makul ve mantıklı olan harcama şekli ikincisidir.  Bu örneğe benzer şekilde; hayatı sadece bedenin ihtiyaçlarını karşılarken, ihtiraslarını da tatmin etme üzerine kurguladığımız vakit, yaşama ait bunca sıkıntı ve dert, tasa ve de zorluğa anlık bir dizi bedensel ihtiraslarımızı tatmin etmek için katlanmış olduğumuzu düşünmemek mümkün değil.

Dünya insanının çoğu için geçerli olan beden merkezli hayat tarzına karşılık, bedenin normal zaruri ihtiyaçlarını dahi yeterince karşılamadan, ruhu öne çıkarmayı hedefleyen miskin hayat tarzının da kabul edilebilir olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü böylesi yaşantı şeklinde; dünyevi faaliyetler ve beden olabildiğince ihmal edilerek, toplumun kültürü ve kişinin inancına göre; ruhun bedeni baskılayarak öne çıkması yönünde; belli davranış şekilleri, tekrarlanan söz ve cümleler ve de düşünce yoğunlaşmaları vb. bir dizi aktivitelerin yapılabildiği bilinmektedir. Böylesi bir bedensel aktiviteler ve düşünce yoğunlaşmaları sonucunda, kişilerde bir takım fizik ötesi özelliklerin görülebildiği de bilinmektedir.

Hayatın gayesi, beden ya da ruhtan herhangi birisini diğerine üstün kılarak, toplumda dikkat çekerek öne çıkmaya çalışmak olmamalıdır. Bedenin ya da ruhun aşırı beslenerek diğer unsurun baskılanması, normal insanlar için gerçekleştirilmesi pek de mümkün olmayan, hatta insanüstü özellikler olarak da değerlendirilebilecek bir dizi meziyetlerin sergilenmesine imkân verebilir.

Ruhun bedene hâkim olması, birçok kültür ve din anlayışında var olan bir haldir. İslam dünyasında âlim kişiler olarak kabul edilen şahısların sergilediği bazı sıra dışı özellikler keramet olarak kabul edilirken, diğer dinlerde görülen benzer özellikler ise istidraç  olarak değerlendirilmektedir. Meselâ; Hind fakirlerinin ve diğer bir Budist’tin uzun süre aç durmaları, ateşte yürümeleri ve su içinde uzun süre havasız durabilmeleri ile vücutlarına şiş batırmaları gibi sıra dışı faaliyetler, bir manada ruhun bedene hâkim olması, diğer bir ifadeyle her istediğini bedene yaptırabilmesidir.

Görüldüğü üzere; kişilerin hayat tarzları, yeme içme alışkanlıkları ve de davranış biçimleri onların beden ve ruhları üzerinde farklılaşmalara neden olmaktadır. Dolayısıyla beden ve ruh sağlığının korunması ile ikisi arasındaki tabii dengenin sürdürülebilmesinde beslenme alışkanlıklarının çok büyük etkisi olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu noktada bir Çin atasözünü hatırlamadan geçmek mümkün değil:  “İnsan ne yerse odur.”  

Netice olarak, insanın bedeni ve ruhi anlamda sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşantısını devam ettirmesi, yaratılıştan gelen ruh-beden dengesini korumasına bağlıdır. Bu dengenin bozulmasının, insanın sağlıklı düşünme, algılama ve yaşama yeteneğini kaybetmesine sebebiyet vermesi kaçınılmazdır. 


Comments


Prof. Dr. Mehmet Karagül'ün Resmi Web Sitesidir
Planlayan: Mehmet Karagül
Optimize eden:  Yusuf Karagül
bottom of page