Ekonomik İstikrar için Faize Dayalı Çözüm Arayışı
- Mehmet Karagül
- 20 May 2020
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Kas 2024
İktisat bilimi, doğada bahşedilen sınırlı kaynaklarla insanoğlunun her türlü ihtiyaçlarını en üst düzeyde karşılamayı amaç edinen sosyal bir bilimdir. Bu hedef doğrultusunda ihtiyaç duyulan mal ve hizmetleri en etkin bir şekilde üretmeyi kendisine görev edinen iktisat bilimi bu görevini; emek, sermaye, doğal kaynak ve müteşebbis olarak sınıflandırılan üretim faktörleriyle gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Söz konusu üretim faaliyeti ve bunun neticesinde ortaya çıkan gelirin paylaşımı, iktisadi tartışmaların temelini teşkil etmektedir. Çünkü bu süreçte; üretimin asıl unsuru olan emeğin aldığı ücret, türetilmiş üretim faktörü olan sermayenin aldığı faiz karşısında oldukça yetersiz kalmaktadır.
Bu noktada, sermayenin üretime katkısının emekten daha fazla olduğunu da iddia edebilmek mümkün değildir. Hatta sermaye olarak ifade edilen geçmişten gelen birikimin, esas itibariyle, önceki dönme ait emeğin doğal kaynağı işlemesiyle ortaya çıkan hasılanın artık değeri olduğunu da ifade etmek mümkündür.
Dolayısıyla sermaye, temelde dünkü emeğin bugüne aktarılmış ekonomik değerinden başka bir şey değildir. Hal böyle iken, asıl üretim faktörü olan insanın bugünkü emeğinin, onun dünkü emeğinin karşılığından (finansal sermaye) daha değersiz olduğunu ifade etmek yanlış olacaktır. Netice itibariyle, üretim sürecinde sermayenin hakkı olduğu iddia edilen faiz, birçok yönüyle istihdamın ve üretimin arttırılması, sosyal adaletin ve fiyat istikrarının tesisi konusunda zorlaştırıcı bir etkiya sahiptir.
Bugün gelişmiş ve iktisadi ve siyasi anlamda istikralı ülkelerde reel faizlerin % “0” ve negatif seviyelerde olmasına karşılık, ülkemizde bu değerden çok daha yüksek seviyelerde seyretmesi, birçok yönden kaygı verici bir durumdur. Çünkü bu faiz düzeyi reel üretken ekonominin toparlanmasının önünde en önemli engeldir. Bu noktada denebilir ki söz konusu faiz düzeyi Türkiye’deki iktisadi ve siyasi istikrarsızlığın ya da dış kaynak ihtiyacının bir karşılığıdır. Lakin bilinmelidir ki bu kaygılarla uygulanan mevcut ekonomi politikalarıyla ülkedeki iktisadi kalkınmayı istikrarlı bir şekilde uzun vadeli olarak gerçekleştirebilmek mümkün değildir.
Çünkü uygulanan yüksek faiz kısa vadede yabancı sermaye girişiyle rahatlama sağlasa dahi, uzun vadede faize dayalı dış borçları arttıracak, üretimde maliyet artışına neden olacak ve dahası ülkenin kısıtlı üretim tesisleri ile mülkün (topraklar) yabancıların eline geçmesine neden olacaktır. Ayrıca faizler, yatırımların maliyetini arttırırken, ülkede üretim ve istihdam artışı sağlayacak reel yatırımlar azalacak bu da işsizliğin ve yoksulluğun daha da yayılmasına neden olurken, oluşan üretim açığı sebebiyle ihracat düşerken, ithalat da artacaktır.
Öte yandan faizler, üretimin maliyetindeki artışla, arzulanan fiyat istikrarının gerçekleşmesine engel teşkil etmektedir. Görüldüğü üzere faizin, her boyuttan; iktisadi kalkınma, işsizlik, üretim yetersizliği, dış açık, dış bağımlılık, finansal istikrarsızlık ve fiyat artışı sorunlarına yol açması yönüyle toplumun genel refahı ve ülkenin iktisadi ve siyasi yönden güçlenmesinin önünde en büyük engel olduğu aşikardır.
Faizin, ekonomik ve sosyal hayata olan maliyetlerini açıkça ortaya koyan bu izahatlar, karşısında hala sermayenin hakkı diyerek ve tasarruf için gerekli olduğunu iddia ederek aşırı yüksek faizin (enflasyonun üzerinde) gerekli olduğunu savunan düşüncelere bir önceki yazımızda cevap vermeye çalışmıştık.
Comments