Yeni Dünya Düzeni, Eski Dünya Düzeni mi Oluyor?
- Mehmet Karagül
- 4 gün önce
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 gün önce
Yaklaşık son 150 yıldır Kürenin ekseriyetinde hüküm süren; demokrasi, insan hakları, uluslararası hukuk anlayışı ile Neo liberal iktisat politikalarının, 2008'den sonra tedricen ve son birkaç yılda da çok daha belirgin bir şekilde gündemden düştüğünü ifade etmek yanlış olmayacaktır. Özellikle Donald Trump’ın 20 Ocak 2025 tarihinde ABD başkanı olarak göreve başlamasının ardından söz konusu politikalardaki çözülmenin doruk noktaya ulaştığını görüyoruz.

1500’lerden 1700’lü yıllara kadar tek yanlı ve korumacı Merkantilist dış ticaret politikası uygulayan Avrupa ülkeleri, ithalatçı ülkelerin alım gücünü kaybetmeleri üzerine 1700’lü yıllarda, önce Fizyokrasi daha sonra ise Mutlak ve Karşılaştırmalı Üstünlükler anlayışına dayalı serbest dış ticaret politikasına yöneliş gerçekleştirmişlerdir.
Fizyokrat Düşüncenin Doğal Düzeninden esinlenen liberal anlayışa dayalı yeni bir iktisadi sistemi kurgulayan Adam Smith’in Mutlak Üstünlükler Teorisi, serbest dış ticaret anlayışının genel kabul görmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. 1776’dan günümüze kadar ana akım iktisat teorisinde ve ülkelerin dış ticaret politikalarında alternatifsiz bir biçimde hâkim olan söz konusu Neo liberal politikaların, ABD Başkanı Donald Traup’ın son uygulamaları ile anlamını önemli ölçüde yitirmiş olduğunu görüyoruz.
Adam Smith’ten bugüne kadar, az gelişmiş ve gelişmiş ülkelerin hepsi için yararlı olduğu iddia edilen ekonominin her alanında serbestliği savunan Neo Liberal politikaların, gerçekte sadace gelişmiş ülkelere menfaat sağladığını kabul etmek durumdayız. Çünkü tek taraflı korumacı Merkantilist dış ticaret uygulamasını sürdüremediği için mecburen serbest dış ticarete yönelen Avrupa ülkeleri, Dünya’nın geri kalanına karşı ekonomik ve askeri anlamdaki mutlak üstünlüğünü koruduğu için güçlüden yana olan serbest dış ticareti bugüne kadar savunmaya devam etmiştir.
Serbest dış ticaret uygulaması, her zaman mal ve hizmet ile sermaye fazlası olan ülkelerin söz konusu arz fazlalıklarını diğer ülkelere pazarlaması ya da aktarması için zaruri bir politikadır. Böylelikle gelişmiş ülkeler; kolaylıkla mallarını, hizmetlerini ve sermayelerini diğer dünya ülkelerine pazarlayıp, istedikleri yatırımı yapıp, o ülkelerden arzu ettikleri mülkü satın alabileceklerdir. Bu nedenle bilhassa 1946’da IMF ve Dünya Bankası’nın kurulması, 1947’de Tarife ve Kotalar Genel Anlaşması’nın imzalanması ve en sonunda 1996 yılında Dünya Ticaret Örgütü’nün faaliyete geçmesi ile uluslararası ticaretin her türlü engelden arındırılarak uygulanması yönünde uluslararası alanda birden çok bağlayıcı kural ve anlaşmalar hayata geçirilmiştir.
Hal böyleyken, ABD başkanı Donald Trump’ın hemen hemen tüm dünya ülkelerine değişik oranlarda gümrük vergisi uygulayacağını ilan etmesi, bugüne kadar ısrarla savunulan ve uygulanan serbest dış ticaret politikalarının gelişmiş ülkeler açısından vazgeçilmez olmadığı anlamına gelmektedir. ABD ile gelişmiş Avrupa ülkelerinin küresel çaptaki üstünlüğüne güvenerek, bugüne kadar tüm dünyaya dayattıkları serbest dış ticareti kapsayan Neo liberal politikaları uygulamadan kaldırılmasının asıl nedeni, Çin’in ekonomik gelişmesine bağlı dış ticaret fazlası veren bir ülke durumuna gelmesiyle, ABD ve diğer gelişmiş Batılı ülkelilerin, dünya üzerindeki mutlak ekonomik üstünlüğünün son bulmasıdır.
Dünyanın ekseriyetinde olduğu üzere, ülkemizde de geniş bir kesim tarafından tartışılması bile kabul edilmeyen, gelişmiş Batılı ülkelerin kendi menfaatlarına uygun olacak şekilde tasarladıkları Neo liberal politikalardan, ilgili ülkelerin menfaatlerine dokunduğu vakit hiç tereddüt etmeden vazgeçebildiklerini bir defa daha görmüş oluyoruz.
Öte yandan son yıllarda ekonomik alanda yaşanan politik dönüşümü; demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukuk konularında da görüyoruz. Özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Binyamin Netanyahu hakkında verdiği kararı ABD’nin kabul etmeyip tepki göstermesi, uluslararası iklim anlaşmalarından ABD’nin çekilmesi, mevcut uluslararası sistemin ve anlayışın hâkim güçler tarafından artık kabul edilmeyip, gözden çıkarıldığının açık emarelerindendir.
Netice olarak diyebiliriz ki bütün sosyal bilimlerde olduğu gibi yine sosyal bir bilim olan iktisat için mutlak ve tek doğrudan söz etmek mümkün değildir. Her ülke kendi beşerî, sosyal, coğrafi ve iktisadi yapısına göre ve zamanın gereklerine uygun olacak şekilde, bağımsız ve dinamik bir yapıda özgün iktisadi politikalarını oluşturmak zorundadır. Başka ülke örnekleri üzerinden doğruluğu iddia edilen politikalar, öteki ülkeler için özellikle sosyal alanlarda örnek teşkil edemez.
Comments