Toplumsal Değerler ve İktisadi Gelişme İlişkisi.
- Mehmet Karagül
- 10 May 2020
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Eki 2023
Bireyin davranışlarını belirleyen temel etken, ait olduğu toplumun sahip olduğu değerler manzumesidir. Çünkü her bireyin yeme içme ve barınmadan sonra hayattan en önemli beklentisi, içinde bulunduğu sosyal çevre tarafından farkına varılma ve itibar görebilme ihtiyacıdır. Bu çerçevede kişi için yeme, içme, barınma vb. bedensel dürtüler içgüdülere bağlı tatmin edilirken, ruhsal tatmine dayalı “ben de varım”, “beni de görün” dürtülerin ise “dış güdü” diyebileceğimiz toplumsal değerlere göre şekil aldığını ifade etmek durumundayız.
Dolayısıyla toplumların

sahip olduğu değerler, (dış dürtüler) bireylerin davranışlarını yönlendirirken, söz konusu davranışlar da toplumların sosyo ekonomik yapısını belirlemektedir. Bu anlamda milletlerin ekonomik ve sosyal yapılarında yaşanan müspet ve menfi değişimler, büyük ölçüde ilgili toplumdaki değerlerde görülen farklılıklarla açıklanabilecek bir olgudur.
1071’de Alparslan ile başlayan Anadolu’yu Türk’e yurt yapma ülküsüne dayalı kutlu mücadele, Fatih Sultan Mehmet ile çağ kapayıp çağ açma müjdesine mazhar olmayla devam edip, Kanuni Sultan Süleyman ile Cihan’a nizam verme mefkûresine ulaşmıştır. Türk Milleti’nin o günden bugüne yaşadıkları ise maalesef hep bir ileri, iki geri şeklinde devam edip gitmiş, neticede yaklaşık dört yüzyıl boyunca üç kıtayı kontrol edebilen bir Millet, yüz yılı aşkın bir süredir, Anadolu’da varlık mücadelesi vermeye çalışmaktadır.
İki asrı aşan bir süreden beri ise bu halin nedenlerini ortaya koyabilmek için söylenmedik söz kalmamış olsa da iki kelam da bizim söylememiz neyi değiştirir bilinmez ama içimizde kalmasın…
İslam dünyasının yetiştirmiş olduğu Müstesna şahsiyetlerden olan İbn-i Haldun, Mukaddime adlı eserinde Milletleri güçlü kılan değerin, toplumsal birlikteliği destekleyen, bir anlamda milli bilinç şuur veya sosyal sermaye şeklinde de ifade edilebilecek olan asabiyet bilinci olduğunu ifade etmektedir. Bu şuurdan uzaklaşan toplumların, güç kaybederek rakibi karşısında yenilgiye uğrayacağını savunan İbn-i Haldun, esasen asabiyet bilincindeki zayıflama ile mağlup olan toplum fertlerinin, bu yenilginin sebebini kendilerindeki bir eksiklikte aramak yerine, rakibindeki üstünlükte arayacaklarını ileri sürmektedir.
Yine İbn-i Haldun’a göre söz konusu toplum, İçinde bulunduğu ataletten kurtulabilmek amacıyla güçlü olan topluma benzemeye çalışarak, her seferinde biraz daha kendisinden uzaklaşmak suretiyle kendi sonunu hazırlayacaktır! Osmanlı Devleti’nin 17 ve 18. yüzyıllarda Avrupa orduları karşısında yaşadığı yenilgiler sonrasında bu kötü gidişatı tersine çevirmek gayesi ile başlattığı, Islahat ve Tanzimat uygulamaları ile bir ucu AB kriterleri şeklinde bugüne kadar gelen Batılılaşma hareketlerinin, bu anlamda üzerinde daha dikkatli düşünülmesi gereken bir husus olduğu muhakkaktır.
Yaklaşık üç yüz yıldır yaşanan bu istemedik hikâyenin çok fazla etkeni olduğu inkârı mümkün olmayan bir gerçekliktir. Ancak konumuz açısından toplumun, düşünce yapısı ve değerler sisteminde neler değişti de buna bağlı davranışlardaki farklılaşma, söz konusu hikâyenin yaşanmasını kaçınılmaz kıldı?
Bu çerçevede üzerinde ilk durulması gereken husus, bireysel davranışların en önemli belirleyicisi olan toplumun dine yaklaşımdaki değişimden söz etmemiz gerekmektedir. Türk Milleti İslamiyet’i kabul ederken, her hangi bir savaş ve zorlamayla değil, akli delilere uygun gördüğü için böyle bir tercihte bulunmuş ve bunun neticesi olarak Cüzi iradenin (sınırlı aklın) sorumluluklarını kabul eden Maturidi mezhebine göre inanç esaslarını oluşturmuştur. Ancak Mısır’ın fethi ile Kahire’den İstanbul’a getirilen Eşari (kadercilik ağırlıklı) mezhebine mensup iki bin kadar İslam âliminin, öncelikle Sarayın ardından tüm toplumun inanç esaslarında akılcılıktan kaderciliğe bir dönüş yaşanmasında etkili olduğunu göz ardı edebilmek mümkün değildir. Bunun neticesi olarak ilerleyen zaman diliminde toplumda sorunlar karşısında akli deliller arama yerine; “kadere teslim olma ve hocam bilir, liderim bilir, önderimiz bilir” anlayışının yaygınlık kazanmaya başladığını görüyoruz.
Söz konusu toplumsal dönüşümün yansımalarını kavramlar üzerinde de gözlemlemek mümkün. Bu Millet Cihan’a nizam verirken, talep kavramını; bilgi arayan, bilgi edinen kişiler için “talebe” şeklinde kullanırken, bugün aynı kavram; mal ve para talebi şeklinde maddiyat merkezli kullanılmaya başlanmıştır. Benzer şekilde “tahsil” kelimesi de bilgi edinmek anlamında, “tahsil hayatım” şeklinde öğrencilik yılları için kullanılırken, bugün aynı kavramın mal ve para tahsili şeklinde maddiyat merkezli kullanıldığına şahit oluyoruz. Görüldüğü üzere Türk Milleti bilgi merkezli yaşarken, Dünyaya nizam verme konumunda iken, bugün toplumsal değer merkezinin bilgiden, maddiyata kayması neticesinde içinde bulunduğumuz konumun hali ortadadır!
Geçmiş dönemde toplumun bilgiye ve bilgi sahibine verdiği önem, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” şeklinde toplum dimağında yer bulurken, bugün öğretmenlerin, öğrencisine sorumluluklarını hatırlatma ve yanlışları konusunda uyarma hususunda korkarak çekingen davranmak durumunda kaldıklarına şahit olunmaktadır. Çünkü öğrenciye yapılan bir uyarı; onun psikolojisini bozduğu, kişisel haklarını çiğnediği veya özgüvenini zedelediği gerekçesiyle kurum tarafından soruşturmaya, ailesi ve öğrenci tarafından ise değişik şekillerde tehdide konu olabilmektedir.
Müslüman Türk Milleti’nin varlığının temelinin aile olduğu bilinciyle, öncelikle büyüklere saygı ve küçüklere sevgi merkezli bir anlayışı, yakın geçmişe kadar esas aldığı bilinen bir gerçektir. Bu anlamda toplumda tecrübesi, deneyimi ve mevcut durum üzerinde sahip olduğu emek ve özveri gerekçesiyle gençlerin; anne, baba ve diğer aile büyüklerine saygıda kusur etmemesi en önemli ilke olarak kabul edilirdi. Bu anlamda, daha ziyade gençlerin büyüklerine nasıl davranması gerektiği fikri; cennetin anaların ayakları altında olduğu ve babanın ahını alma, baba duası al uyarıları ile toplumda sıkça dile getirilen temel değerleri teşkil ederdi.
Lakin bugün gelinen noktada gençlerin büyüklere nasıl davranacağı değil, büyüklerin gençlere nasıl davranacağı toplumun temel sorunu haline gelmiş durumdadır! Bu anlayış çerçevesinde; x, y ve z kuşağı gençlik, ergen psikolojisi ve öz güven eksikliği gibi kavramlar üzerinde bitmez tükenmez tartışmalar yapılmaktadır. Bütün bu çabalarla sorumsuz, sorunlu ve dünyanın kendileri etrafında döndüğünü zanneden bir gençlik yetiştirirken, ebeveyn olan kuşağın da arada heder edildiği dikkatlerden kaçmamalıdır.
Konumuz çerçevesinde dikkatimizi çeken bir başka söylem ise yakın zaman kadar, bir yerden ayrılanların kalanlara, “Allah’a ısmarladık” veya “Allah’a emanet ol” şeklinde ifade kullanırlarken, bugün aynı söylem yerine “kendine iyi bak” ifadesi kullanılır hale gelmiştir. Önceki ifade tarzında; inanca dayalı kişinin sevdiğini Allah’a emanet etmesi söz konusu iken, yeni söylemde ise benden sana bir fayda gelmez, çevrenle de ilgilenme, sadece kendin için yaşa, şeklinde tamamen bireyciliği/bencilliği ön plana çıkaran bir anlam yüklüdür.
Benzer şekilde, yakın geçmişe kadar büyüklerimiz, yağan yağmuru; rahmet ve bereket olarak değerlendirip, “rahmet yağıyor” şeklinde ifade kullanırlarken, bu gün aynı olay; hava bozdu, kötü hava koşulları, beyaz esaret şeklinde toplum tarafından menfi anlamda karşılık bulmaktadır.
Toplumumuzun değerler erozyonundaki bir başka öne çıkan farklılaşım ise ekonomik alanda kendisini göstermektedir. Maddiyatçı felsefenin ekonomik düzeni olan kapitalizmin anı yaşa ilkesi gereğince toplumumuzda geleceğe dönük üretim ve tasarruf yapmak yerine, bugünün keyfi için borçla tüketim yapmak ülkemizde son yılların en yaygın iktisadi tavrı halini almış durumdadır. Söz konusu davranışın toplumda bu denli yaygınlaşmasının nedeni olarak birçok etken söz edilebilir. Ancak kanımızca bunların en etkili olanı, ülkemizde lüks tüketim yapan kişilerin, işini hakkıyla yapanlardan toplumda çok daha fazla dikkate alınıyor olduğunu gerçeğini görmezlikten gelmek mümkün değildir. Çünkü yukarıda belirtiğimiz üzere bireyler, toplumda yer edinebilmek için davranışlarını toplumların beğenilerine göre şekillendirmektedirler. Bu nedenle ülkenin temel iktisadi sorunlarının çözümü için yine toplumsal davranışların doğru kurgulanması temel ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Görüldüğü üzere, birçok toplum gibi Türk Milleti de tarihi süreçte inişli çıkışlı bir yol izlemektedir. Bu noktada dikkatlerden kaçmaması gereken husus, bu iniş ve çıkışlarda asıl belirleyici olan faktörün, ilgili toplumun sahip olduğu değerler sistemindeki değişim olduğu gerçeğidir. Bu Millet, her şeyden evvel dinini akli merkezli yorumlayıp ona göre hayatını kurgulayıp, maddiyat yerine bilgi ve ilim merkezli yaşadığı dönemlerde Cihan’da sözü dinlenir bir konumdaydı. Yine Milletimizin, gençlerin öz güvenini tatmin etme yerine, ana-baba ve aile büyükleriyle, ilim sahiplerine saygıyı esas alıp, lüks tüketim ve israf yerine, olabildiğince üretim, ancak azla yetinip, çevresiyle paylaşabildiği dönemlerde, yine üç kıtada hükmü geçen ve gücü adaletin teminatı olan müstesna bir konumda olduğu göz ardı edilmemelidir.
Son söz olarak İLK SÖZ: Bir millet kendi nefsini (iç dünyalarını) değiştirmedikçe, Allah onların (genel) durumunu değiştirmez. (Ra’d 11)
Comments