Akıllı ve Zeki İnsan kimdir: Akıl ve Zekâ İlişkisi
- Mehmet Karagül
- 20 May 2020
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Eki 2023
Esasta ruh ve bedenden müteşekkil olan insan; akıl ve zekâ gibi, diğer varlıklarda bulunmayan bir takım hususiyetlerle donatılmış durumdadır. İnsanı diğer bütün varlık ve canlılardan farklı kılan, ona sorumluluk yükleyen söz konusu özellikleri doğru bir şekilde tanımadan insanı anlayabilmek mümkün değildir.

Zekâ insanın doğuşuyla beraberinde gelen tabii bir özelliği diğer bir ifadeyle yeteneğidir. Ancak akıl ise çevreyle olan ilişkiye bağlı olarak gelişen, sonradan kazanılan ilave bir kabiliyettir. İnsanın çevreyi tanımasına paralel olarak gelişen akıl, bir manada eşyanın yani maddenin emrindedir. Bu dünyaya ait görünen ve hissedilen her ne varsa akılın ilgi alanına girmekte, dolayısıyla bunlar arasındaki ilişkinin seyri, etki ve tepki şekilleri aklın gelişimini ortaya koymaktadır. Kısacası akıl, sadece var olanı anlamaya çalışır. Bu haliyle gelişime ve yeniliğe kapalıdır. Hatta insan dışındaki birçok hayvanın belli ölçüde akıl sahibi olduğunu da söylemek durumundayız. Çünkü olanı anlama ve ona göre tepki vermede birçok hayvan akli davranabilmektedir.
Modern bilimin, en önemli ilkesi olan objektif olma ve davranma şekli, yani objektif akıl, temelde nesnelliğin bir ürünüdür. Dolayısıyla modern bilimde güvenilirliği çoğaltmak için objektifliğin artmasını gerekli görmek; son derece donanımlı olan insanı, en basit varlık olan eşyalar arası ilişki mantığına hapsetmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, insan davranışlarını basit akıl kıskacından bir adım ileri taşıyarak zekânın aydınlık geleceğiyle tanıştırmak zorundayız.
Nesnel varlığın kendisinin ve bunların arasındaki görünen ilişkinin somut fotoğrafını çekme işlemi, akli bir eylem iken; söz konusu varlıklar ile görünmeyen olgu ve değerler arası ilişkileri anlamak için; ne, neden, nasıl, nerede ve kim sorularını sorarak bunlara makul cevap arama eylemi ise zekânın tezahürüdür.
Dolayısıyla, akıl, olanla yetinirken; zekâ, olmayan ve olması gerekenlerle ilgilenir. Bundan dolayı gelişme, yenilik, icat, keşif, daha güzeli ve iyiyi arama hep zekânın ilgi alnına girmektedir. Mesela, varlığın miktarını gösteren sayılar aklın işi iken, yokluğu temsil eden “0” ve “sonsuzluk” kavramı zekânın maharetidir.
Ağacı tanımak; onun ne olduğunu, ne kadar ve kaç yaşında olduğunu bilmek ve öğrenmek aklın işidir. Ancak söz konusu ağacın işlenerek ondan günlük hayatımızda kullanacağımız çok farklı eşyalar icat etmek veya sanat eserleri yapmak ise zekânın işidir. Görülüyor ki insanı eşyanın kıskacından kurtarıp, ona hükmetmesini sağlayan zekâdır. Bu noktada sadece akıl ve eşyalar arası ilişkiye göre gelişen mantıkla, bırakın insanın eşyaya hükmetmesini, eşya karşısında insanın kendi varlığını koruyabilmesi dahi mümkün değildir.
Zaman içinde akıl ve zekânın işlevlerinin de değiştiğini gözden ırak tutmamalıyız. Bu mana da ilk olarak tekerleğin icadı zekânın ürünü iken, daha sonraki nesiller için önceden keşfedilen tekerleği görerek öğrenmek ise akli bir faaliyettir. Ancak yeni nesil açısından zekâ ürünü faaliyet ise önceden icat edilen tekerleği akli olarak öğrendikten sonra, ona yeni mekanizmalar ekleyerek, onu daha işlevli hale getirmek olmuştur. Görüldüğü üzere, önceki dönemde zekânın ürünü olan bir eylem, daha sonraki nesiller açısından akli bir faaliyet olabilmektedir. Bu bağlamda; önceki döneme ait zekânın buluşlarını öğrenmek akli bir eylem iken, söz konusu mevcut bilgileri ve yenilikleri kullanarak yeni keşifler yapmak ise zekânın bu günkü faaliyetleri olmaktadır.
Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise akla hitap eden bilgilerin anonim, zekâ ürünü olan yeniliklerin ise kişisel oluşudur. Akıl ve zekâ insanın mevcudu, olanı ve olması gerekeni ya da olabileceği anlamasına yardımcı olan iki önemli hususiyet olduğunu yukarıda izah etmeye çalıştık. Söz konusu bu iki özelliğin birbirleri olan ilişkisi ve etkileşimi, üzerinde durulması gereken bir diğer konudur. Görünen o ki akıl zekâya kıyasla biraz daha basit ve ilkel kalmaktadır. Dolayısıyla, kişilerde aklın varlığı ve tezahürleri, zekânın varlığı anlamına gelmeyebilir, ancak zekânın varlığı ise mutlak surette aklın varlığına delalet eder. Bu mana da her zeki kişinin aynı zamanda akıllı da olduğunu ifade etmek gerekirken; her akıllı kişinin, zeki olabileceğini söylemek mümkün olmayabilir.
Toplumda bireyleri, davranışlarının kaynağı itibariyle ikiye ayırmak mümkündür. Çoğunluğu oluşturan kitlenin tutum ve davranışlarının temelinde akıl merkezlilik söz konusu iken, azınlığı temsil eden sıra dışı/marjinal kesimde ise zekâya göre hayatta konumlanmak söz konusu olmaktadır. Akıl merkezli yaşayan çoğunluk, davranışlarını hâlihazırda olana ve gördüğüne göre şekillendirdiğinden, mevcut durumu ve bu günü korumak ister. Ancak, zekâsıyla, bugünden ziyade geleceğe tutunmaya çalışan sayıca az olan bilge insanlar ise davranışlarını şekillendirirken, mevcutla yetinmek yerine; geçmişi, bugünü ve geleceği birlikte ele alarak, olanlardan ziyade olabileceklerin hesabını yapar. Nihayetinde ise çoğunluğu oluşturan akıl merkezli insanlarla, azınlığı oluşturan zekâ merkezli bilge kişiler arasında sürekli çatışma olması kaçınılmazdır.
Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer önemli husus, geçmişten bu güne insanlık tarihinde sürekli bir iyileşme ve gelişme söz konusu ise bunun kaynağının, çoğunluğu oluşturan akıllı insanlar değil, çoğunlukla yaşadıkları dönemde baskı ve haksızlığa maruz kalan zeki ve bilge insanlar olduğu gerçeğidir.
Zekânın bir diğer özelliği hayal etmektir. Güncel hayatımızda, pek de hoş karşılanmayan hayal kurmak gerçeklikten uzaklaştığı(!) için eleştiriye muhatap olmaktadır. Buradaki çatışma özünde akıl ve zekânın kapışmasından başka bir şey değildir. Bilinmelidir ki bu günün gerçeği olan birçok teknolojik yenilik ve icat ve bunların doğurduğu günlük kullanım eşyaları, geçmiş için hayalden başka bir şey değildi. Dolayısıyla bugünün hayallerinin de gelecekte bir gün gerçek olmamasının hiçbir nedeni olamaz. Zira sahip olduğumuz zekâmız bu dünya gerçeğinde kullanılması için bizlere bahşedildiğine göre, bu dünyaya ait zekânın bu dünyada anlamlı ve gerçekleşebilir olmayan herhangi bir şeyi düşünüp, hayal edebilmesi (!) her şeyden evvel eşyanın tabiatına uygun düşmemektedir.
Bahsettiğimiz akıl ve zekâ çatışmasının, her toplumda sürekli belli dozajlarda yaşanmış olması, inkârı mümkün olmayan bir gerçekliktir. Eşyaya tabi olan ve mevcutla yetinen, ancak toplumda çoğunluğu oluşturan akıl merkezli insanların, mevcutla yetinmek yerine hep daha iyiyi ve daha güzeli arayan, bunun için mücadele eden zeki insanlara hâkim olması, toplumların gelişimini engelleyen en önemli olgudur. Bu nedenle az gelişmiş toplumların, gelişmiş ülkelerle olan kalkınmışlık farkını kapatabilmeleri, öncelikle davranışlarını zekâsıyla programlayan ve topluma önderlik etme yetisi olan kişileri baskılama yerine, onlara saygı duymalarına bağlı olduğu, dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.
Comentários